Hancı

04 Haziran 2008

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı
Şuraya bir yatak ser, yavaş yavaş...
Aman karanlığı görmesin gözüm
Beyaz perdeleri ger, ger yavaş yavaş...

Elbette yorulur gurbet gezenler,
Serdim yatağını gir yavaş, yavaş
Gerecek perde yok pencerelerde
Arkanı o yana ver, ver yavaş yavaş

Sıla borcu, ille ocağım
Çoluk çocuk hasretinde kucağım
Sana her şeyimi anlatacağım
Otur başucuma sor, sor yavaş yavaş,

Sılana kavuştun ocağın yansın
Çoluk çocuk etrafında dolansın
Söyle ki derdine gönlüm inansın
Sırrını ortaya ser, ser yavaş yavaş,

Güç bela bir bilet aldım gişeden
Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan...
Hancı ne olur elindeki şişeden
Birkaç yudum daha ver, ver yavaş yavaş,

Uzak yollardan geldin belli trenle
Al şu kadehi derdin frenle
Benim derdime de, sonra sen dinle
Hangimiz dertli gör, gör yavaş yavaş

Ben o gece hem ağladım, hem içtim
İki gün diyardan diyara uçtum
Kayseri yolundan Niğde’yi geçtim;
Uzaktan göründü Bor, bor yavaş yavaş

Garipler gurbette hicranı sever
Ne gurbeti sever ne de vazgeçer
Bir gün olur sılaya göçer
Göç Niğde’den Bor’a ver, ver yavaş yavaş

Garibim, her taraf bana yabancı,
Dertliyim, çekinme doldur be hancı
İlk önce kımıldar hafif bir sancı
Ayrılık sonradan kor, kor yavaş yavaş...

Sencileyin bende çok bade içtim
Birçok güzel sevdim çoğundan geçtim
Nihayet bu hanı kendime şeçtim
Sen de bu uzlete gir, gir yavaş yavaş

Bende resmi vardı yarısı yırtık
On yıldır evimin kapısı örtük
Garip, birde sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der, der yavaş yavaş

Bir resmi var dedin, oda yok bende
Güllerim solmuştur, taze gül sende
Yeter ötesini söyleyemesen de
Soluk yaprakları der, der yavaş yavaş

Gördüm yüreğinde derin yarayı
Şeçtirdin bu gece akla karayı
Hesap sorma benden aldım parayı
Benim de yaramı sar, sar yavaş yavaş

İşte hancı, ben her zaman böyleyim
Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim
Kaldır artık boş kadehi neyleyim
Şu benim hesabı gör, gör yavaş yavaş...

Şair:Bekir Sıtkı Erdoğan-A.Selçuk İlkan

07 Mayıs 2008

‘’Siz Kimi Kandırıyorsunuz!’’

ÖNCE üniversitede, sonra her yerde türbanı, başörtüsünü savunanlar, karşı çıkanlara derler ki:
“Siz kadınların hayata tutunmalarını, toplum içinde görev almalarını istemiyorsunuz; isteseydiniz türbana karşı çıkmazdınız!’’
İlk bakışta, içinize bir kurt düşebilir “Acaba yanlış mı düşünüyorum?’’ diye...
Öyle ya, kadın başını örtünce toplumun her kesiminde çalışacak, kişiliğini ispatlayıp evine kapanmayacak...
* * *
SONER Yalçın ‘’Siz Kimi Kandırıyorsunuz!’’ diyor. (x)
Sanki başörtülü kızları çalıştırıyorlar da!
Tek tek araştırmış, özellikle bazı politikacıların kızlarını ve eşlerini...
Cumhurbaşkanı Gül’ün kızı Kübra üniversiteyi bitirdi. Çalışıyor mu? Hayır! Evlendi...
Başbakan’ın kızı Esra, Amerika’da üniversite okudu, çalışıyor mu? Hayır!
Erbakan’ın kızları Elif ile Zeynep de üniversite bitirdiler. Çalışıyorlar mı? Hayır! Evlendiler, çoluk çocuğa karıştılar.
Cemil Çiçek’in de, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın kızları da üniversiteyi bitirdikten sonra çalıştılar mı? Hayır, evlendiler.
* * *
SAYIN Cumhurbaşkanı’nın eşleri Hayrünnisa Hanım 14 yaşında ortaokulu bitirdi, takdirname almıştı, liseye başlayacaktı, görücü usulüyle evlendirdiler; Abdullah Gül 30 yaşında, Hayrünnisa Özyurt ise 15 yaşındaydı. Evleninceye kadar başı açık olan hanımefendi, evlendiği gün tesettüre girdi, örtündü.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın eşi Nesrin Akdağ üniversite öğrencisiydi, görücü usulüyle evlendiler, tesettüre girdi, okumayı bıraktı. Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın eşi Münevver Erinç öğretmendi, evlenince öğretmenliği bıraktı, tesettüre girdi.
* * *
MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan’ın eşi Ahsen Eral hukuku bitirdi, avukatlığa başladı. O güne kadar başını örttüğünü gören yoktu, çocukluk arkadaşı Kemal Unakıtan’la evlendi, tesettüre girdi, ama türbanı kendi tarzına göre bağlayarak...
* * *
ENERJİ Bakanı Hilmi Güler’in eşi Mehtap Güler de evlenince tesettüre girdi, örtündü, çalışmayı bıraktı, ev hanımı oldu.
* * *
CEMİL Çiçek’in eşi Gülten Hanım öğretmendi, evlendi, örtündü, ev hanımı oldu.
Devlet Bakanı Nazım Ekren’in eşi Eczacılık Fakültesi’ni bitirdi, evlendi, mesleğini yapamadı, ev hanımı oldu.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın eşi Zeynep Yurter de evlendi ve tesettüre girdi.
* * *
“TÜRBANLI kızlar üniversiteye gitsin, aydınlansın, toplum içinde yerlerini alsınlar...’’
Soner Yalçın ‘’Bu boş lafları bir kenara bırakalım’’ demeye getiriyor:
“Türbanlı kızlarımız üniversiteyi bitirince çalıştırılmıyor, eve kapatılıyor.’’
Şimdi diyecekler ki:
“Kamu alanında çalıştırılmıyorlar ki!’’
Peki ‘’Özel sektörde iş mi yok?’’ sorusunun cevabı nedir?
Hepsi meslek sahibi bu kadınlar iş mi bulamazlar?
Üstelik arkalarında böyle babaları ve kocaları varken!
* * *
BAŞÖRTÜLÜ, türbanlı kızlara bırakılan iş alanları tekstil fabrikaları, dokuma tezgâhları ve büyük şehirlerde gündelikçilik...
Şehrin zengin semtlerine sabahları varoşlardan ‘’türbanlılar’’ boşalır, el kapısında saçlarını süpürge yapmaya...
Bunların sorunlarıyla kim uğraşacaktır, kimi boğaz tokluğuna çalışır, sigortasız, güvencesiz.
Varsa üniversitede türban, yoksa üniversitede türban...
Soner Yalçın’ın kitabının adı neydi:
“Siz Kimi Kandırıyorsunuz!’’
Kitap değil, yaşadığımız günlerin ansiklopedisi, neyi ararsan, kimi ararsan var!

alıntı
_______________________

Biz Büyüdük ve Kirlendi Dünya

04 Mayıs 2008

Güzel şöylemiş şair, Murathan Mungan: Biz büyüdük ve kirlendi dünya. Ya da biz büyüdük ve dünyanın alsında kirli olduğunu anladık. Her ne şekilde olursa olsun dünya kirli, biz onun bir parçasıyız ve yaşamak zorundayız. Ona kendi ellerimizle son verme gibi bir şansımız yok, tam tersine ona kendi ellerimizle sıkı sıkı sarılma ihtiyacımız var, sırf kirli olmasına rağmen onu daha iyi yaşayabilmek için. Ona sıkı sıkı sarılmamıza yardımcı olabilecek şeylerden biri de şarkılar tabii ki. Başta belirttiğim sözlerin de içinde geçtiği şarkı "Yeni Türkü" tarafından seslendirilen, şiirle aynı ismi taşıyan "Telli Telli"dir. Şiiri şiir kıvamında enfes, şarkısı şarkı kıvamında enfes bir eserdir, en azından bana göre.



Unutmadan Murathan Mungan'ın şiirlerini pek sevmememe rağmen pek çok sevdiğim şarkının sözlerinin ona ait olduğunu öğrendim. Belki bundan sonra şiirlerini de sevmeye başlarım :)

olmasa mektubun
aşk yeniden
telli telli

Spiral Takmam Anteni Var

26 Nisan 2008

Ülkemizde yaşanmış vahim bir olaydır, Türkiye Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Vakfı (TAÇSAV) yetkililerinin Antalya'da gittikleri bir evde ev hanımına doğum kontrol yöntemlerini anlatırken, ev hanımının "Spiral takmam ben, içinde dinleme cihazı var, devlet bizi dinliyo.." demesi. Hani "spiral nedir" dese, ya da "ben istemem doğum kontrol gidin" dese belki anlarım da "onda dinleme cihazı var bizi dinliyo devlet" demesi gerçekten çok düşündürücü. Üstelik bunu kendi götünden uydurmamış, kocasının söylediğini iddia etmiştir. Artık kocası gittiği kahvelerde nasıl bir muhabbet ortamına giriyosa..

-"Bak haso, sipüral mi ne işte öle bi alet varmış, bunları bizim garılara yerleştirip dinliilermiş bizi."
-"Hadi canım sen de, kim neyimizi dinlesin bizim?"
-"Devlet dinlii yav, önce garılara yerleştiriiler, sonra bizi dinliiler."

Aslında ilk önce bunların beyinlerine spiral yerleştirmek lazım ki dış dünyadan gelen hiçbir uyarana tepki göstermesinler, öyle mal mal otursunlar, enerji sarfiyatları dolayısıyla da atmosferden harcadıkları oksijen, yerküreden tükettileri besin ve dünyaya verdikleri zarar en aza indirgenebilsin.

Sayın başbakanımız zaten 3 çocuk yapılmasını salık vermişken, TAÇSAV yetkililerinin işlerinin ne kadar zor olduğunu anlayabilmek için fazladan bir zekaya sahip olmak gerekmiyor. İşleri ne kadar zor olsa da en azından bilimsel ve modern bir yol takip ediyorlar doğum oranlarının kontrol altına alınabilmesi için. Bizim ülkemizde yaşanmış bir olay değil midir, doğudaki doğum oranlarını azaltabilmek için halk insanının evine televizyon yerleştirilmesi ve işinden gücünden dönen ev ahalisinin televizyon izlemekten fiki fiki yapmaya vakit bulamayacağının düşünülmesi.

Domates'te Allah Yazısı


Yozgat'ta bir vatandaş, sabah kahvaltı yapmak için kestiği domateste arapça Allah yazısı olduğunu gördü.

Tüm kainata mührünü vuran Yüce Allah'ın ismi bu kez de bir vatandaşın kestiği domateste görüldü. Sabah ailesiyle birlikte kahvaltı yapmaya hazırlanan Veli Ece, kestiği domatesin içinde bir kalp şekli ve Arapça harflerle Allah yazıldığını görüncü büyük şaşkınlık yaşadı.

Kestiği domatesteki Allah hafzını gören Veli Ece, domatesi müftülük yetkililerine gösterdi. Müftülük, domatesin yarısında Arapça Allah yazılı olduğunu doğruladı.

Kainatı yaratan Allah'ın isminin bir domateste tecelli etmesinin insanlar için bir ibret vesilesi olduğunu ifade eden Veli Ece, "Tüm kainatı yaratan Allah bu kez büyüklüğünü domateste biz insanlara gösteriyor. Domatesi keserken Allah ismini görünce çok şaşırdım ve duygulandım. Ailem ve çocuklarımlada bunu paylaştım. Müftülük yetkilileri Allah isminin yazılı olduğunu doğruladılar. İbret alınacak bir durum" dedi.

_______________________________

Domateste Allah yazısı, patlıcanda Allah yazısı, yok dağda Allah yazısı, yok bilmem nerede Allah yazısı.. Merak ediyorum bu Allah yazıları neden Meksika'da bir kaktüsün içinden veya Amerika'da bir hamburger ekmeğinin içinden çıkmıyor da bizim ülkemizde patlıcanlar, domatesler hat sanatının en güzel örneklerini eda ediyorlar? Ya da aynı şekilde, niçin bizim ülkemizde Meryem Ana heykellerinin gözlerinden yaş akmıyor diye bir soru da sorulabilir tabii ki.

Allah'ın ismini illa zerzevat ahalisinin iç kısımlarında aramak zorunda mıyız? Zaten bu dünyada gördüğümüz herşey onun ismine bir kanıt değil midir? Domatesin küçük bir tohumdan yeşerip sebze olmasında O'nun ismini bulamazken, kahvaltıda ikiye ayırdığımız domates çekirdeklerinin sıralanışında onu bulmamız garip değil midir?

O'nu bulmak için böyle değersiz ve işlevsiz yollara başvurmaya gerek yok. Zaten aklı başında olan her insan evrendeki herhangi bir düzenin işleyişini incelediğinde O'nu bulur. Ha bulamayanlarsa böyle ilginç yerlerde ararlar. Bulurlar mı bilemem. Farzedelim buldu, emir ve yasaklarına uyarak yaşamlarını idame ettirirler mi onu da bilemem. Sübyancılık yapan hafız, camide topladığı yardım paralarıyla altına araba çeken imam, camide cinayet işleyen vatandaş hep bizim yurdumuzun insanı değil midir ki?

Ha aklıma gelmişken, bir de Allah diye kükreyen aslan vardı. O da ilginçtir.


(Resilerin bir kısmının fotomontajla yapılmış olabileceği gibi gerçek olma ihtimalleri de vardır.)











İstanbul'daki

24 Nisan 2008

İstanbul'da bir sevdiğim vardı
Keçi yavrusuna benzer,
Rüzgar eserdi hafiften gözlerinde
Halden anlardı.

Bütün Şehzadebaşı bilir hikayemizi,
Gülhane parkı bilir, gemiler bilir,
Gelip geçen bakardı.

Yanakları güz elmasına benzer
Soğuk havalarda.
Ormanlar gibi bakışları;
Çocuktu, aceleci, bir hali vardı.
Bahar günleri geldi miydi
Saçları uzardı.

Adını bile unuttum
Yüzünü de, gemileri de,
Yalnız ara sıra aklıma geliyor
Sabah akşam iş başında
Ve asfalt caddelerde.

Cahit Külebi

Ayrılık Sevdaya Dahil

23 Nisan 2008

Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın

En görkemli saatinde yıldız alacasının

Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader

Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın

Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları

Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan

Onu çok arıyorum onu çok arıyorum

Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları

Bir yerlere yıldırım düşüyorum

Ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan

Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu

Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş

Tedirgin gülümser

Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili

Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar

Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili

Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar

Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu

Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte

Yansımalar tutmuş bütün sahili

Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var

Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil

Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil

Çünkü ayrılanlar hala sevgili

Yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık

Hava ağır toprak ağır yaprak ağır

Su tozları yağıyor üstümüze

Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır

Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı

Karanlık çöktü denize

Yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin

Ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin

Kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan

Bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince

Sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice

Yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak

Bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına

Benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle

Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız

İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız

Hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi

Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı

Hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek AŞKIMIZ